21 Aralık 2011 Çarşamba

“YOL ÇOK ŞEY ÖĞRETİR İNSANA...”



Her Cuma akşam saatlerinde başlayan yolculuğum, ortalama 90 km. hızla gerçekleşiyor ve yaklaşık beş saat sonra bedenim, nefesim ve ruhum bambaşka bir şehre çarpıyordu…
Sonra bu yolculuk Çarşamba günü sabahına kadar ara veriyor ve tekrar başlıyordu…
Yine aynı otobüse biniyor, aynı soruya cevap veriyordum “Ankara’da ineceğim”.
Aynı sesleri duyuyor, aynı çayın kokusunu hissediyor, aynı bisküviyi çantama kokuyordum. Aynı mola yerinde, aynı dakika duruyor, aynı evlerin önünden geçerek aynı ağaçlara konmuş kuşlara bakıyordum. Kendimce işaretler oluşturduğum aynı tabelalara bakıyor, aynı hızla geride bırakıyordum yakınlaştıklarımı…

Denizi olmayan iki şehir arasında ‘gel-git’e sebep olan “Aşk” ı daha iyi tanıyor, ne denli zor olduğunu daha iyi kavrıyor, denizi şimdi anlıyordum…
Gitmek istersen her yer yakındır diyordum artık içimden…
Gördüğüm aynıları, tekrar tekrar görmeyi göze alıyordum daha sık…
Göremediklerimi görmeyi öğreniyordum yol boyu…
Giden bulutları görüyordum mesela…
Her yeni gün ne denli başkalaştıklarını…
Akıp giden ‘zaman’ı görüyordum…
Baharı ‘sabır’la bekleyen tarlaları…
Çiçeğe duracağı günü bekleyen ağaçları…
Uzakta… İçlerinde kimbilir ne çeşit hayatlar olan evleri…
Ağır, dingin taşları…
Taşların sabrını görüyordum mesela…
Rüzgârın yıprattığı okulun bayrağını…
Tarlada yürüyen insanları, uzakta yaşayanları…
Tek başınalığıyla huzurlu, yalınlığıyla mutlu ağacı görüyordum kimi zamanda…
Sarıya çalan kahverengiyi, adını koyamadığım rengi görüyordum bazı.
Geçerken çobanı ve sessizliğini,
Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı elektrik tellerini görüyordum sonra.
Koca bir dalı yarılıp düşmüş ağacı gördüm bir defasında acı içindeki çığlıklarını,ayrılışlarını…
Dokunsanız ağlayacak evleri gördüm…
Başı dumanlı bacaları…
Ha yağdı, ha yağacak yağmuru; arasından sızan o güzel ışığı gördüm.
Hızlıca uçup giden kuşları, orman olmak isteyen ağaçları…

Grisi az köyleri, kasabaları…
Kiremitli çatıları,
Oyun parkı önünde bastonlu amcaları…
Görüp de anlatamadığım, kendime dair hisleri görüyordum;
Giderken ki mutluluğum ile dönüşteki suskunluğumu…
Kışa dönüşmüş günleri…
Kâh görünüp, kâh kaybolan rayları görüyordum…
Düşününce treni…
Valizi önünde bekleşen insanları.
Sarılıp ayrılanları, kavuşup ağlayanları…
İki büyük şehir arasına sıkışmış mütevazı dünyaları görüyordum, geçerken.
O dünyalarda yaşayanların sahip olduklarını.
Varlık içindeki yokluğu, yokluk içindeki varlığımızı görüyordum bazı zamanlar…
Vardığımda, gidilecek ne çok yolum olduğunu görüyordum şimdi…
Ve kim bilir anlatamadığım daha neleri neleri…
Şairin;

   “Gelirken ağlamıştın orası için,
     Bil giderken de ağlayacaksın, burası için” dediğini görüyordum artık…

Dahası size selamlarını ileten, el sallayan çocukların hala daha olduklarını görüyordum…


Yazı: Arzu BULUT YÜCEL
Fotoğraf:Arzu BULUT YÜCEL


                                                                    10.00 Kayseri /14.00 Ankara

                                                                    21 ARALIK 2011

15 Aralık 2011 Perşembe

İçimden Fotoğraf Geldi.


Dinleyin ki....

“Fotoğraf” dedi içimdeki ses ve sustu…
“Fotoğraf” dedi, “Fotoğraf ne ağaçta yetişir, ne de toprakta” diye devam etti.
Durdum.
Ve düşündüm azıcık.
Nerde yetiştiriyordum ben fotoğrafları mı?
Uzun bir sessizlik oldu içimde…
Sonra dedim ki ; “Fotoğraf benim içimde bir yerlerde yetişir”.
Her gün benimle uyanır, benimle durakta bekler, benimle otobüse biner, ayakta kalan amcaya yer verir fotoğraf.
Sonra benimle ineceğim yere kadar gelir, beni karşıdan karşıya geçirir.
Okulumun kapısından girer, öğrencilerime “günaydın” der.
Resim yapar benimle fotoğraf, öğrencilerimle konuşur, muziplik yapar.
Sonra çekilir bir köşeden bizi izler, dinlediğim güzel müzikleri dinler…
Yemek yer benimle, su içer.
Penceremin kenarındaki çiçeklerime bakar.
Eline kalemi alır, benimle yazı yazar, kâğıtlar karalar.
Fotoğraf ; yazılar okur benimle, kitaplar arar.
Gökyüzüne bakar çok sıkılınca…
Arada saatine…
Akşam olunca paltosunu giyer benimle.
Karanlığın içinde evime kadar gelir yine.
Ekmek alır benimle, yemek yapar.
Benimle üşür.
Benimle düşer, yine benimle kalkar.
Fotoğraf içimde yeşerir benimle, yeni yeni çiçekler açar.
Hayal kırıklıklarımı yaşar fotoğraf, hüsranlarıma tanık olur.
Benimle büyür, ufkumu açar.
Fotoğraf en iyi bildiğim şeyi bilir,
En iyi bildiğim şeyi anlatır.
Benimle fotoğraf, ben gibi yaşar.
Uzağıma düşmez fotoğraf.
Yanı başımda uyur, yanı başımda uyanır.
Kimi zaman bana kızar.
Kimi zaman şarkılar söyler.
Kimi zaman orası değil burası der, beni sinir eder.
Fotoğraf işte.
Biliyorum ama
“Kalbime yakın bir yerlerde, ben gibi yaşar…”

Yazı : Arzu BULUT