5 Mart 2012 Pazartesi

BAŞARININ ÖYKÜSÜ

Dinle ki...


Ankara…
Hayallerimin, heyecanlarımın, başkenti olan şehirdi artık…
2008’in Ekim ayı idi göreve başladığım tarih Ankara’da…
Önümde sarı bir sonbahar vardı ama içimde büyüdüğüm çam ormanlarının yeşili…
Solmayan…Sanki göreve yeni başlamış stajyer bir öğretmendim…
Kalbimin çarpıntısı bir başka idi…
Hele daha göreve başladığımın bir ayı dolmadan, öğrencilerimizle öğretmenlerimizin daha da yakınlaşması için düzenlenen doğa kampına gidişim…
Herkes herkese yakındı, tanıyordu da bir bendim sanki uzak…
Herkes bir şeylerle uğraşıyordu…Ben ise izliyordum öğrencilerimizi..
Gülüyor,tebessüm ediyordum kimi zaman… Kimi zaman dalıyordum çığlıklarına sevinçlerine…
Daha yakın olayım diye yakan toplarına bile katılmıştım… Seve seve…
Sonra yorulduğumu hatırlıyorum..

Ağaçların arasında biraz yürüyüp onları izleyebileceğim bir yere bile çıkmıştım…
Nerden oraya geldiğini hiç bilmediğim ama sanki bizim için oraya konmuş koca bir karton kâğıdı gördüğümdeki mutluluğumun tarifi bile yoktu…
Nedeni basit ben bir resim öğretmeniydim….
Ağaçlar arasında bir zamanın kor ateşinden kalma küllerin arasında yanmış odun dalları aradım hemen…
Ellerim kara olmuş, yüzüm gözüm batmış kim düşünür ki…
Diyorum ya ben bir resim öğretmeniyim…
Kuruldum hemen doğal yollarla bulup buluşturduğum tualimin önüne…
Düşündüm şöyle bir an …
Ne yapmalı diye …
Sonra başladım kapkara koca çizgiler ile karalamaya….
İşte buraya kadar olan kısım adı gibi kaderimiz olmuştu beklide…
Bizi tanıştırmaya sebep…

Yanıma yanaştı önce, durdu izledi arkamdan beni usulca… “Öğretmenim” dedi , “Ben Kader, ben de çizebilir miyim sizinle” demesi ile gözlerimin içi gülmüştü… Yakalamıştım bir minik serçe… Belliki ilgili idi resme…”elbette” dedim uzattım kara ellerimle önce yanıp kor olmuş sonra sönmüş kül olmuş ateşin içinden bulduğum odun dalından bir parça… Elimde ne varsa paylaştık ‘ Kader ’ ile…
“Ben ne çizeyim”, dedi bana önce…
Sonra “sizin çizdiğinize baka baka ben de çizsem olur mu hem portre yapamıyorum öğrenmiş olurum” dediğini dün gibi hatırlıyorum….
Gülümsedim ve gözlerimi evet anlamına gelen bir şekilde açıp kapadım…
Onunla birlikte ilk resim dersimizi ,sarı sonbaharın içinde yapmıştık….
Önce benim çizdiğime bakmıştı, sonra kendininkine…
Kendi çizdiğinden tatmin olmamış olacak ki dönüp bana…
“Öğretmenim” dedi,”ben ilk defa çiziyorum bu kadar büyük bir porte biliyor musunuz” deyişi kulaklarımda….
Daha nicelerini çizeceğimizi adım gibi biliyordum…
Yolumuz uzun, belki yorucu ama hep rengârenk olacaktı…
Ki birlikte Kader ile uzun bir yolculuğun başlangıcında aldığım mutluluk ve onun o hiç dinmeyen heyecanı ve resim denilince pırıldayan gözleri…
Kıvrıştıra kıvrıştıra her gelişinde öğretmenim bakın ben ne yaptım bu hafatsonu deyip önüme serdiği rengarenk dünyasını özlemiyor değilim hani…


Ayaklarımız artık yere daha sağlam basıyordu…Renkleri tanıyor biliyor ve onları masalsı ve çocuksuluktan hiç uzaklaşmayan çizgi ve biçimleriyle oluştururken ki mutluluğu ve pes etmeyişi hikayemizin en güzel yanı idi….Artık emeklerinin karşılığını alma vakti geliyordu,öğretmeni ardında sadece destekçisi idi…Birçok yarışmaya katılmaya başlamıştık …Önce Mamak da aldı derecelerini,birinciliklerini….
Sonra Ankara birincilikleri geldi….
Öğretmeni onunla gurur duyuyordu, duyacaktı… Her zaman her ihtiyacı olduğunda hep yanı başında olacaktı… Çünkü onlar aynı yola baş koymuşlardı…
İçlerindekini ancak renklerle şekillerle,biçimlerle ifadelendirebiliyorlardı….

Zaman artık bizden yana idi…
Çünkü çalışıyorduk, üretiyorduk, üretmenin mutluluğun ta kendisi olduğunu biliyorduk…
Ellerimizdeki boya kurumuyordu hiç…
O gün kömür karası olmuştuk ta ki o günden beri…


2010 yılı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle düzenlenecek olan bir resim yarışması haberi dikkatimi çekti…Yarışma Ülke genelinde düzenlenecek ve birinciye tam 4 Bin Türk Lirası ödül ve bir haftalık tatil verilecekti….
Bu yarışmayı tüm çocuklar görüp, okuyup, ilgilenenler resimler yapsınlar diye tahtaya yazıyordum o gün…
Ve yazarken içimden geçenleri Kader’le paylaşıyordum….
“Kader” diyordum,” bu yarışmayı biz kazanacağız, sen birinci olacaksın…”
Çünkü bu ödüle ve bu paraya en çok senin ihtiyacın var diye bakıyorduk birbirimize…
Ve dahası biz buna inanıyorduk….
Nasıl eskizler yaptık,nasıl sildik karaladık…..
Nasıl heyecanımızı inancımızı yitirmeden düşüncelerimizi ifade ederiz, tartışıyorduk…
Ama hep inanıyorduk….
Kader…Adından daha fazla ortak bir geçmişimiz olmuştu ve biz o geçmişe hep inandık…
O duygu ile ortaya çıkardığımız resmimizi, hani derler ya pamuklara sarıp sarmalayıp yarışma adresine göndermek için postaya verdik…

O bana,ben ona inandım…
Ve 23 Nisan günü öncesinde bir gün mesaim bitmiş eve yorgun argın gelirken cep telefonum aranıyordu bilmediğim bir numara tarafından….
Açtım…
Karşımdaki ses, “Kader MACAR ‘ın öğretmeni ile mi görüşüyorum? “ dediğinde…
“Evetttt…Evettt.. Benim Arzu Bulut…”
Ses “Öğrenciniz Kader Macar Türkiye 1.liğini kazanmıştır. Öğrencinizi ve sizi tebrik eder başarılarınızın devamını dilerim ve sizleri 23 Nisan Günü Otelimizde ağırlamaktan büyük onur duyarız” dediğini hatırlıyorum… Ben Kader’in öğretmeni Arzu; Başarıların en büyüğünü, en güzelini, en paha biçilemezini bir kez daha yaşadığım için kendimi hep şanslı hep mutlu hissediyorum…
Bunun için hep diyorum ki…
Kader, kendi kaderini yarattı…
Ben ona inandım, o bana inandı…
Ve dahası biz üretmenin mutluluğun ta kendisi olduğunu bildik…
Ve başardık…